Atıf Hoca Türbesi
4.5/5
★
based on 8 reviews
Contact Atıf Hoca Türbesi
Address : | Sakarya Cd. No:27, 19400 İskilip/Çorum, Turkey |
Categories : |
Museum
,
|
City : | İskilip/Çorum |
M
|
Mehmet Yarar on Google
★ ★ ★ ★ ★ Uzun yıllar verilen mücadele sonucu inşa edilen türbe ve külliye. Atıf Hoca Efendi'nin iade edilen itibarını gayet güzel yansıtıyor. Ziyaretçisi çok değil ancak sürekli var. Fakat külliye kısmı aktif olarak kullanılmıyor. Görevlisi de olsa daha iyi olur.
The tomb and the complex built as a result of the struggle given for many years. Atıf reflects the restored reputation of Hoca Efendi. Not a lot of visitors but constantly there. But the complex is not used actively. He'd be better off.
|
A
|
Ahmet Polat on Google
★ ★ ★ ★ ★ İskilipli Atıf Hoca 1875 yılında, bugün Çorum sınırları içinde kalan İskilip'in Tophane (Toyhane) köyünde doğdu.
Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğulları'ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme'den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanım'dır.
6 aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf, dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü.
Atıf Hodja from İskilip was born in 1875 in the village of Tophane (Toyhane) in Iskilip, which is today within the borders of Çorum.
His father, Mehmed Ali Aga from the Akkoyunlu tribal lords and Imamogullari, and his mother, Nazli Hanim, the grandson of the sheikh, who had found fame in the Kartaldag plateau with the name of medfun Arap Dede on the Kartaldag plateau, had migrated from Mecca-i Mükerreme.
Orphaned at 6 months of age, Mehmed Atif was raised by his grandfather Hasan Kethudâ.
|
Ç
|
Çağrı Su on Google
★ ★ ★ ★ ★ İskilip’in Tophane (Toyhane) köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğulları’ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme’den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanım’dır.
Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan aldı. İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşad ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.
31 Mart Vak‘ası’nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi (1913) olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). Dört yıl görev alamadı. 1918’den sonra Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî tefsîr-i şerîf ve Medresetü’l-kudât’ta hikmet-i teşrîiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919’da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum müdürlüğü idarî görevine getirildi.
19 Şubat 1919’da Mustafa Sabri Efendi’nin başkanlığında kurulan Müderrisîn Cemiyeti’nin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919’da genel kurul toplantısında alınan karar gereğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendi’nin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Âtıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden bir beyannâme yayımladı. İskilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm’e karşı olan beyannâmelere de imza attı. Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok kitap bastırarak dağıttı ve köylü çocuklarının bilgilendirilmelerine öncülük etti, ayrıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı hazırlattı.
1922 yılı Ramazanında huzur derslerine muhatap olarak katılan Âtıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem münakaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi.
1924’te yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi. 1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı. Savcı Necip Ali’nin (Küçüka) iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edi
He was born in Tophane (Toyhane) village of İskilip. His father is the grandson of Nazi Hanım, who was famous in the name of Medfun Arap Dede in Kartaldag plateau, from the Akkoyunlu tribe beys and the Imams of Mehmed Ali Aga, his mother who migrated from Mekke-i Mükerreme.
He was raised by his grandfather Hasan Kethüdâ, who was orphaned at the age of six months. He received the first religious information from the teachers in his village. After studying for a while from Hoca Abdullah Efendi, who was a professor in İskilip, he went to Istanbul for the purpose of collecting knowledge despite his family's opposition. While he was studying here, he also tried to make a living. He finished his madrasah education in 1902 and entered the exam of ruus opened in the same year and won the "Istanbul office"; The following year, he started teaching at the Fatih Mosque. In the meantime, Âtif Efendi, who was appointed to Kabataş High School Arabic teacher after graduating from the Faculty of Theology in Istanbul Darüşfünü in 1905, was exiled to Bodrum by the sheikhs, after his studies in order to eliminate the victimization of the lecturers in the Department of Meşîhat-ı İslamiyye; From there, he went to Crimea with the passport of Crimean İbrâhim Tâli Efendi. The Master, who went from Crimea to Warsaw, II. He returned to Istanbul one week before the declaration of the Constitutional Monarchy. In 1910 he was appointed as the inspector of the median. Meanwhile, he wrote articles in Sebîlürreşad and Beyânülhak. He received appreciation for the work of the Nazar-i Shariat Kuvve-i Berriyye and Bahriyye, which he wrote for the Naval Society, for the work of Ohemmiyet and Vücubu.
Mehmed ŞÂtf Efendi, who was arrested for a week in the 31st of March, was exiled to Sinop on the grounds that he was involved in the murder of Mahmud Şevket Pasha (1913). He returned to Istanbul after living in exile for about one and a half years in Çorum, Boğazlıyan and Sungurlu. After both events, the officials stated that they had fallen victim to a mistake and it was understood that they were not guilty (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). He was unable to work for four years. After 1918, he was appointed as the warden of Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Madrasah part-ı âlî tafsîr-i şerif and wisdom in the Medresetü'l-kudât. On January 1, 1919, he was appointed as the administrative director of the Ibtidâ Madrasa public administration.
He was appointed as the second president of the Müderrisîn Society, founded under the presidency of Mustafa Sabri Efendi on February 19, 1919. In accordance with the decision taken at the general assembly meeting on November 24, 1919, the Society was renamed as Taâlî-i İslam Cemlığı and upon the appointment of Mustafa Sabri Efendi to the authority of the sheikh, Islam was brought to the presidency. The society first issued a declaration protesting the occupation of Izmir by the Greeks. He also signed declarations against the occupation forces and Bolshevism, which emerged as a new threat. The Taâlî-i Islam Society, whose branches were opened in various centers of Anatolia, printed and distributed many books and pioneered the informing of the peasant children, and also prepared a book of Islamic history.
Attending the peace lessons in Ramadan in 1922, Âtıf Efendi wrote articles in newspapers and magazines such as Alemdar and Mahfil. Cenab Şahabeddin embarked on quarrels with Ömer Rıza (Doğrul) and Süleyman Nazif on matters of confiscation and fiqh. Meanwhile, he fought against the occupation forces in the War of Independence.
He was arrested on December 7, 1925 because of his opposition to the hat law, because of his opposition to the hat law, which he wrote in 1924 and was printed with the license of the Ministry of Education, and the Frank Law, and was sent to Giresun by the Ankara Independence Court. Ankara Independence Court Of Erzurum, Rize etc. He investigated whether he had anything to do with acts against the hat law in the regions. Although he declared his work in question about a year and a half before the relevant law came out and his crime was not fixed, he was not released and was brought to Istanbul and sent back to Ankara. Since the beginning of 1926, he was tried under arrest by the Ankara Independence Court. Prosecutor Necip Ali (Küçüka) was sentenced to death by the court committee against the three-year rowing sentence he requested as the prosecution.
|
Ç
|
Çağrı SU on Google
★ ★ ★ ★ ★ İskilip’in Tophane (Toyhane) köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğulları’ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme’den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanım’dır.
Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan aldı. İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşad ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.
31 Mart Vak‘ası’nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi (1913) olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). Dört yıl görev alamadı. 1918’den sonra Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî tefsîr-i şerîf ve Medresetü’l-kudât’ta hikmet-i teşrîiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919’da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum müdürlüğü idarî görevine getirildi.
19 Şubat 1919’da Mustafa Sabri Efendi’nin başkanlığında kurulan Müderrisîn Cemiyeti’nin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919’da genel kurul toplantısında alınan karar gereğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendi’nin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Âtıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden bir beyannâme yayımladı. İskilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm’e karşı olan beyannâmelere de imza attı. Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok kitap bastırarak dağıttı ve köylü çocuklarının bilgilendirilmelerine öncülük etti, ayrıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı hazırlattı.
1922 yılı Ramazanında huzur derslerine muhatap olarak katılan Âtıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem münakaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi.
1924’te yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi.1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı.Savcı Necip Ali’nin (Küçüka) iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edilir
He was born in İskilip's Tophane (Toyhane) village. His father is Mehmed Ali Ağa, one of the chiefs of the Akkoyunlu tribe and Imamoğulları, and Nazlı Hanım, the granddaughter of the sheikh who was buried in the Kartaldağ plateau with the name of Arab Dede, who was one of the sheikhs of the Bani Hattâb tribe who migrated from Mecca-i Mükerreme.
Mehmed Atıf, who was orphaned when he was six months old, was raised by his grandfather Hasan Kethüdâ. He received the first religious information from the teachers in his village. After studying for a while from Hoca Abdullah Efendi, a professor in İskilip, he went to Istanbul to study science despite the opposition of his family. While continuing his education here, he also tried to make a living. He graduated from the madrasa in 1902 and entered the rud examination in the same year and won the "Istanbul professor"; The following year, he started teaching at the Fatih Mosque. In the meantime, Âtıf Efendi, who graduated from the Istanbul Dârülfünunu Faculty of Theology in 1905 and was appointed as an Arabic teacher at Kabataş High School, was exiled to Bodrum by the Sheikh-ul-Islam upon his work on the elimination of the lessons in the Meşîhat-ı İslâmiyye Department; From there he went to Crimea with the passport of Crimean Ibrâhim Tâli Efendi. Asif Efendi, who went from Crimea to Warsaw, was the second. He returned to Istanbul one week before the declaration of the Constitutional Monarchy. In 1910, he was brought to the madâris inspector. Meanwhile he wrote articles in Sebîlürreşad and Beyânülhak. He was praised for his work titled `` Ehemmiyet ve Bodubuu '' by the Naval Forces and the Bahriyye, which he wrote for the benefit of the Naval Society.
Mehmed Atıf Efendi, who was detained for a week in the 31 March Event, was exiled to Sinop on the grounds that he was involved in the murder of Mahmud Şevket Pasha (1913). After living in exile in Çorum, Boğazlıyan and Sungurlu for about one and a half years, he returned to Istanbul. After both incidents, the official authorities stated that he fell victim to a mistake and that he was understood not to be guilty (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). He could not take office for four years. After 1918, he was appointed as a teacher of wisdom-i tesrîiyye in Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Madrasa part-ı âlî tafsir-i sharîf and Medresetü'l-kudât. On January 1, 1919, he was appointed as the general director of the İbtidâ-i Include Madrasa.
On February 19, 1919, he was appointed as the second president of the Müderrisîn Society, which was established under the chairmanship of Mustafa Sabri Efendi. The Society was renamed the Teâlî-i Islam Society in accordance with the decision taken at the general assembly meeting on November 24, 1919, and Âtıf Efendi was appointed as the president upon the appointment of Mustafa Sabri Efendi to the position of Sheikh-ul-Islam. The Association first issued a statement protesting the occupation of Izmir by the Greeks. İskilipli also signed statements against the occupying forces and against Bolshevism, which emerged as a new danger. The Society of Ta'alî-i Islam, which had branches in various centers of Anatolia, printed and distributed many books and led the children of the villagers to be informed, and also had a catechism and a book of Islamic history prepared.
Attending peace classes in Ramadan in 1922, Âtıf Efendi wrote articles in newspapers and magazines such as Alemdar and Mahfil. He started discussions with Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) and Süleyman Nazif on religious and legal issues. Meanwhile, he fought against the occupation forces in the War of Independence.
He was arrested on December 7, 1925 because of his book called Frankish Mukallid and Hat, which he wrote in 1924 and published with the license of the Ministry of Education, and was referred to Giresun by the Ankara Independence Court. Ankara Independence Court Of, Erzurum, Rize etc. investigated whether it was related to the acts against the hat law in the regions. Although he had written his work about one and a half years before the enactment of the relevant law and his crime was not found to be confirmed, he was not released and brought to Istanbul, and from there he was sent back to Ankara. Necip Ali (Küçüka) is sentenced to death by the court board in return for three years of hard labor requested as prosecution.
|
K
|
Kurallar olmazsa, düzen de olmaz. on Google
★ ★ ★ ★ ★ Onlarca nesile yanlış tarih öğretildi.
Milyonlar yanlış bilgilere inandı.
İnanmak zorunda bırakıldı, çünkü araştırma imkanı yoktu.
Şimdi araştırma imkanı var, ispatlar var.
Eski yalanlara inananlar, yine de kafalarından silemiyorlar yalanları!
Araştırın, gerçek tarihimizi öğrenin.
Devlet arşivleri halkın kullanımına açıldı.
İnternette ispatlı paylaşımlar mevcut.
Yine de yalanlara inananlara diyecek söz yok!
Tens of generations have been taught wrong history.
Millions believed in false information.
He was forced to believe because there was no possibility of research.
Now there is the possibility of research, there are proofs.
Those who believe the old lies still cannot erase the lies from their minds!
Research it, find out our real history.
State archives were made available to the public.
There are proven shares on the internet.
Yet there are no words to say to those who believe in lies!
|
S
|
Sümeyye A on Google
★ ★ ★ ★ ★ İnsanın içinin huzur bulduğu bir mekan.
A place where one can find peace.
|
Ö
|
Ömer Can Vural on Google
★ ★ ★ ★ ★ There should not be such place
|
o
|
ozan opşin on Google
★ ★ ★ ★ ★ Historical place for delicious pearson called Atıf Hoca
|
Write some of your reviews for the company Atıf Hoca Türbesi
Your reviews will be very helpful to other customers in finding and evaluating information
Recommend a place for you